🧧 Osmanlı Kahve Fincanı Mısır Çarşısı
Tencerede mısır patlatmak çok kolay, patlatın patlatın. Maharetini Göster: Tencereye 1 Türk kahve fincanı mısır, 1 tatlı kaşığı bitkisel sıvı yağı ve çok az miktarda tuz serpilecek. Malzemeler karıştırılacak ve tencerenin kapağı kapatılacak. Normal ısı ayarında tencere ısıtılacak.
Arasta(Sipahi) Çarşısı. Türkiye’nin Diğer Şehirlerindeki Tarihi Çarşılar. İzmir Kemeraltı Çarşısı. Ankara Çıkrıkçılar Yokuşu ve Ulus Bit Pazarı. Çanakkale Aynalı Çarşı. Erzurum Taş Han Tarihi Çarşısı. Gaziantep Sedefçiler (Sedefkar) Çarşısı. Şanlıurfa Kapalı Çarşı. Gaziantep Bakırcılar Çarşısı.
Malzemeler: -1 su bardağı irmik -1 kahve fincanı toz şeker -1 yemek kaşığı sıvı yağ (fındık, ayçiçeği, mısır özü yağı olabilir) - 100 gr tereyağı - 1 yemek kaşığı dolmalık fıstık ya da tuzsuz antep fıstığı -1 su bardağı süt -1 su bardağı su -1 paket vanilya -1 çay kaşığı tarçın Yapılışı: Fıstıkları sıvı yağda pembeleşinceye kadar
Haber7 - Mısır Çarşısı ile ilgili son dakika gelişmelerini ve haberlerini takip edebilir ve daha fazlasını Mısır Çarşısı sayfamızdan öğrenebilirsiniz.
Sütlü Nescafe Tarifi İçin Malzemeler. 1 Türk fincanı nescafe. 1 Türk fincanı şeker. Yarım Türk fincanı su. Büyük kahve fincanı süt (kaç fincan yapacaksanız ona göre ayarlayın)
TophaneKahve Fincanı-19.yy Osmanlı dönemi tophane kahve fincanı ve tabağı, mükemmel işçilik ve kondisyonda. Not: Fincanında toplu iğne başı kadar çip Tabak Çap : 8 cm Fincan : 4 x 4 cm
MatSiyah ve Mavi Kulplu Cappucino Fincanı. Ürün; Kahve fincanı ve Tabaktan oluşmaktadır. Fincan döküm, tabak ise elde yapıl.. ₺150,00.
Z2UB. Türkiye’nin has kültürü düşünüldüğünde akla gelen ilk kategori kuşkusuz mutfağıdır. Çok geniş ve varyasyonlu bir mutfağa sahip olan Türkiye’nin, bu mutfağı doğrultusunda gelişen yeme- içme kültürü içinde de hiç kuşkusuz "Türk Kahvesi" nin ayrı bir yeri vardır. Yemek sonrası içme alışkanlığından içim adabına, yarattığı manevi anlamlardan pişiriliş şekline ve kalitesine kadar başlı başına bir kültür olan Türk kahvesinin hem bu değerlerini hem de kendi özel tarihini gelin birlikte inceleyelim. Kahvenin, 14. Yüzyılda Habeşistan yani bugünkü adıyla Etiyopya’dan dünyaya yayıldığı ve ismini de bu ülkede bulunan Kaffa yöresinden aldığı tahmin edilmektedir. Arap yarımadasına çok yakın olan bu Afrika ülkesinden devamla, 16. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun Yemen Valisi olan Memlük Çerkeslerinden Özdemir Paşa’nın Yemen’de deneyerek çok sevdiği kahve çekirdeklerini İstanbul’a getirmesinin ardından bu kahve, pişirilme şekli ile Türk Kahvesi adında özelleşmiştir. Kahvenin Avrupa’ya yayılışı da yine Osmanlı üzerinden olmuştur. “Kahve Yemen’den gelir” sözü de işte bu tarihselliğe dayanmaktadır. Cezveye bir fincan başına 2 çay kaşığı öğütülmüş kahve ve isteğe göre şeker ilavesinin ardından fincan kadar soğuk su ile ağır ağır karıştırarak pişirilen kahvenin, bu pişirme şeklinde kullanılan kaynak ateşin tipine göre, ateşte, közde, kumda gibi farklı tipleri bulunmaktadır. Kahve aromasının dengeli dağılımı ve dipte çöken telvenin fazla olmaması ile üstteki köpük miktarı, pişirilmiş kahvenin kalitesini belli eder. Yani, kullanılan kahve çekirdeğinden, çekirdeğin toz haline çekilmesi kadar pişirme tekniği de önemlidir. Cezve kullanımı için de en makbul olanı bakır cezvelerdir. Türk kahvesi telvesiyle sunulan tek kahve olma özelliğini de taşır. Türkçede günün ilk öğünü anlamına gelen kahvaltı kelimesinin, kahve ve altı kelimelerinin birleşiminden gelmesi, günün ilk kahvesini içmeden bir şeyler yemek gerektiği anlaşılmaktadır. Bu kelimenin türemesi bize, Türklerin kahve içimine verdiği önemle birlikte, kahvenin tok karna içilme alışkanlığını da gösterir. Kahve, içerdiği kafeinle hem uyanma ya da uyanık kalmayı sağlarken hem de keyif amaçlı tüketilmektedir. Bu öyle bir alışkanlıktır ki, Türkiye’deki hemen her restoran veya lokantada yemek sonrası kahve teklif edilir, iki arkadaş koyu bir sohbeti Türk kahvesi eşliğinde yapar ve “Bir kahvenin kırk yıl hatırı vardır” gibi kahvenin insanların günlük hayatındaki değerine atıf yapan sözler bile vardır. Bir aile oğluna kız istemek için kızın ailesini ziyarete gittiğinde gelin adayı misafirlere kahve pişirir ve ikram tarzında bile yöresel anlamda birçok manalar vardır. Ayrıca kahve içiminden sonra, kahve fincanına tabağının kapatılıp ters çevrildikten sonra soğumasının ardından fincan içinden fal bakılması da yine bu kültürün ne kadar farklı kollara ulaştığını göstermektedir. Türk kültüründe önemli bir yer etmiş olan Türk kahvesinin sunumu ve içiminin de bir adabı ve kültürü bulunmaktadır. Osmanlı zamanında önce saraya ve yine hem saray hem de tacirler yoluyla Anadolu’ya yayılan kahve, çekirdek halinde işleme girerdi. Çekirdeklerin öğütülmesi işlemi için el değirmenleri ya da dibekler kullanılırdı. Anadolu’da, kavrulan çekirdeklerin bu çekim işlemi kullanılan birçok faklı gereç vardı. Aynı şekilde İstanbul’da sarayda da bu işlemler çok önemsenmiş ve kahve pişirme için 40 kişilik bir usta ekibi kurulmuştur. Sarayda, pişirilen kahvenin sunumu 4 kişi ile yapılırdı. Kahveci başı ve 3 yardımcı kahveciden oluşan bu ekipte, en önde sırmalı bir havlu ile kahveci başı gelirken arkalarında boş fincanları ve su bardağını taşıyan bir kahveci onun arkasında güğümü taşıyan bir kahveci ve en son da da boş tepsi ile diğer bir kahveci gelirlerdi. Servis, bu kahvecilerin elinden hazırlanıp, baş kahveci tarafından Sultan’a ve misafirlere sunulurdu. Sarayda kahve, şekersiz pişirilirken yanında bir bardak su ve lokum sunulurdu. Yine bir Türk geleneği olan lokumun kahvenin yanında tat verici olarak sunulması buradan gelir. Kahvenin yanında ikram edilen su ise, kahve ile birlikte içilmek için değil, öncesinde ağızdaki tatların giderilmesi ve kahveye hazırlanması amaçlıdır. Kahve içiminde kullanılan fincan ise başlarda Anadolu’da tahtadan yapılırken daha sonra porselen olarak üretilmeye başlanmıştır. Bugün, tüm bu kültürel birikim sonucunda, bakır korumalı porselen fincan, uygun cam su bardağı ve lokumluk şeklinde Türk kahvesi setleri bulunmaktadır. Anadolu ve sarayda, çekirdeklerin önce kavrulması ardından öğütülmesi ile pişirilmeye hazır hale getirilen kahvenin, bu süreçlerinin önceden tamamlanarak satışa sunulması ise 1871 yılını bulur. Bu tarihte, şu an halen hizmet veren Eminönü’deki Mısır çarşısı çıkışında yer alan dükkanında, kurukahveci Mehmet Efendi, kahveyi hazır olarak satışa sunar. Bu gelişim ile birlikte hazır kuru kahve alanında üretim bugüne kadar devam eder ve tüketim alışkanlığı da bu duruma bağlı olarak hızla yükselir. Tüm dünyada ve ülkemizde geniş bir yerleşim alanı bulunan cafe kafe kültürünün atası da, Türk kahvesinin içildiği Osmanlı’daki kahvehanelerdir. İlk olarak 1554 yılında İstanbul Tahtakale’de açılan kahvehanelerde kitap okumaları, sohbetler yapılırdı. Bu gelenekten ötürü kahvehanelere ayrıca kıraat yani okuma fiilinden türeyen kıraathane adı da verilmiştir. Kahvehaneler kahve içme alışkanlığının yarattığı yerleşik ve gelişken bir başka kültür haline gelmiş ve tavla, satranç gibi oyunların oynandığı, nargilenin içildiği bir dinamik oluşturmuştur. Osmanlı’da 16. ve 17. Yüzyılda bu mekanlar, insanların toplanma alışkanlığı ile siyasi otoritenin kontrolü dışına çıktığı gerekçesiyle yasaklamalara uğrasa da günümüze de kadar geleneğini sürdürmeyi başarmıştır. Gerek hazırlanışı, gerek hayattaki yeri ile Türkiye denilince adeta bir kimlik halini alan Türk kahvesi, 2013 yılında Türk kahvesi kültürü ve geleneği ismiyle UNESCO'nun Somut olmayan kültürel miras listesine girmiştir. Bugün ülkenin her köşesinde o yöreye ait bir kahve pişirme tekniğine rastlayabilir, buna bağlı yöresel alışkanlıkların kendi tarihini gözlemleyebilirsiniz. Biz de yazımızı kahve için söylenmiş bir başka sözle bitirelim “Kahve cehennem kadar kara, ölüm kadar kuvvetli, sevgi kadar tatlı olmalı.” İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR... Yoğurdunuzu nasıl alırsınız?
Öyle derlermiş, işi yapmak niyetiyle kalkışıp, sonunda bambaşka bir sonuca ulaşılması durumunu anlatmak eski kayınailenin büyüklerinden duymuştum. Tam da sözün hakkını verdik, niyetimiz Şulem ile buluşup, onun Roma yolculuğunu, benim yeni okuduğum kitaplarla ilgili son kafa ütülemelerimi karşılıklı, ilk ağızdan dedim ki, buluşmuşken Teyzen'in duyurduğu Nesin Vakfı'na yardım günü etkinliğine de gitsek mi? İkimiz de gezentiyiz ya, "oluuur!" deyiverdi Buluşma yeri, saati doğru konuştuğumuzda, önce buluşma saatinde zorunlu bir kaydırma yaptık. Bağlı olarak buluşma yeri değişti. O arada sevinerek öğrendim ki, Şefo da bizimle sonunda Kadıköy'den vapura binip ve Karaköy'e doğru açılmak nasip Karaköy'de Bankalar Caddesinde, eski Sümerbank binasında. Gezdik bakındık, Teyzen'i ve defterlerini göremedik. Aradım ve oraya gelmek üzere yolda olduğunu öğrendim. Sonradan öğrendim, meğer, defterler daha sabahın erinden satılmış da o nedenle görememişiz.Ne yapalım?"Sultanahmet' gidelim", "Bienal'e de gidebiliriz" önerilerim "haa, evet olabilir", "ya yaa, iyi olur", "orası da şimdi kalabalıktır" ifadeleriyle gönülden destek buldu! Tam o anda, "Hamdi'de kebap yiyelim" buyurdu Saat öğleni geçti, karnımız harika fikir oybirliğiyle kabul edildi. Galata köprüsünü Karaköy'den Eminönü'ne yürüyerek, balık tutanları, Yenicami'yi seyrederek terasında oturup, Galata kulesine, karşı kıyıya, güzelim İstanbul'a seyir bakarak yemeğimizi sonraki hedefimiz Mısır Çarşısı' kapısından girer girmez yaban mersini, cevizli sucuk türü ev-eksiklerini giderme zorunluluğuyla karşılaştık! Bir kaç adım attık, aktarlardaki kokular sardı daha gittik, rengârenk peştemallar, paşminalar yolumuza dışarlak bir vitrindeki kahve fincanlarına bakar vaziyette bulduk "bak, arkadaşımın bana hediye ettiği fincan, bu" dedi, sırada vitrinin diğer tarafındaki satıcı, "mesleğiniz nedir?" -sanırım- tek kaşımı kaldırıp, "aman ne laubali satıcılar oluyor" diye senaryo yazmaya arada Şefo ve Şule cevap verdiler, ben geride ve tetikte durmaya devam ettim."Buyurmaz mısınız, içerde fincanların özelliklerini anlatayım" dedi, kır saçlı adam."İyi ya, dinleyelim biraz" edasıyla içeri bir saat sonra o küçük dükkandan ağzımız kulaklarımızda ayrılacağımızı o anda bilmiyorduk, tabiyatıylen...Daha o sabah misafirlerime kahve yaparken aklımdan geçen, "şöyle güzel bir fincan takımı alsam, bunlar misafir için pek sıradan" düşüncesinin, dilek olup kabul göreceğini de taa iki ay önce "şöyle bir kahve fincanı istiyorum" diye eliyle biçimini göstereceği türde fincanı bulacağını da önce "kahveyi çok seviyorum" diyen Şefo'ya "içseydik yaa?" dememizin üzerinden on dakika geçmeden, onun arzusunun yerine geleceğini de sırayla, usuletle ve sükûnetle benim sıradan bir tezgahtar olduğunu düşündüğüm kişi, büyük bir zerafet, içtenlikle Osmanlı'nın kahve kültürünü, porselen fincanları, tepsileri ve tüm ritüeliyle yaşatmaya kendisini adamış Şule ve ben fincanlarımıza, Şefo kahve içme dileğine ne zaman, nasıl içilir, hangi tepside sunulur, yanında ne ikram edilir, fincanların tarihçesi nasıldır, hangi tarihte nasıl bir etkiyle biçimleri değişiklik göstermiştir?Uğur bey hepsini anlattı, işini seven insan olduğunu gösterircesine, gözlerinde vapurda üçümüz de şükrettik; bu güzel şehre, bu beklenmedik güne, işini böyle seven insanlara, sesimizi duyan hayata...İşte o güzel fincanlardan birkaçı....
Sarayda Kahve Töreni ve Fincan Seromisi Davetli sayısı ne kadar fazla olursa olsun, misafirin bin ikram ve izzetle soygun odasına alınışı ve halayığın ferayenin ya da çarşafın çıkarılması, gül bahar sahan şekerlikte sunulan lokum ile ağızın tatlanması ve itibarına göre götürülüp münasip bir yere oturtulması ile kahve merasimi başlar. Üç cariye el birliğiyle kahve ikramını, öyle inceltilmiş, öyle zarif, öyle bedii hüner haline getirilmişti ki artık kahve bir damak zevki olmaktan çıkmış adeta göz ve gönül zevki halini bulmuştur. Bu üç kahveci cariyeden herbirinin omuzlarından göğüslerine çaprazlama atılmış sırma işlemeli kadife veya atlas kahve örtüleri olması şarttı. Kalabalığın içine göz kamaştırıcı kıyafetleriyle dalan seçme genç kızların narin ellerinde o meşhur osmanlı fincan tepsinin içinde içi bir servet teşkil eden rengarenk, incecik, herbiri müstesna bir sanat eseri olan osmanlı kahve fincanlarındaki nallı devenin bile basıp batmayacağı köpüğüyle o kahveyi sunuşları ve şair gibi; Bir elinde gül bir elinde fincanı ile geldi sakiya, Hangisini alsam; gülü yahut ki fincanı ya da seni. Dedirtecek ikram ve izzetle ustalaşmış tabii zarafetleriyle bu kahveleri ikişer ikişer saray adabına uygun bir edeble misafirlere sunarlardı. Bir Dokunur Bin Ah İşitirsin Neşe aradığın o kadeh aslında senden daha dertlidir. Bir dokun bin ah işitirsin o zarif kaseden. Şu güzelim Türkiye'de bir kase-i fağfur... Zarif ve kırılgan... Güzelliğine aldanıp da onu gamsız sanmayın. Bu ince porselenlere dokunulduğunda bir ses çıkardığını da.. Fincan Seromisi SULTAN TARAFINDAN SARAYIN FİNCAN İHTİYACI İÇİN * Fabrika-i Hümâyûnu Türk çini sanatını canlandırmak, yeni bir yön ve hız vermek amacıyla Sultan II. Abdülhamid 1876-1909 tarafından 1891 yılında Yıldız Sarayı bahçesinde Yıldız Çini Fabrika-i Hümâyûnu adıyla kurulmuştur. İlk dönemlerde iznik ve kütahya fincanları başlarda kulpsuz olan fincanlar el yakmaması için zamanla zarflı fincanlara gümüş akik gibi madenlerden ve süslemelerden oluşan dönemin gücünü ve ihtişamını da göstermektedir. Sarayda kullanılan fincanlar dönem içersinde değişkenlik göstermektedir. Osmanlı saray kültürü anlatan Mukbil Sezen ve Uğur Atik her dönemde farklı renkler kullanılmıştır. Mısır çarşısında aktif olarak hala açık bulunan galeriset fincancılık; 16-19. Osmanlı saraylarında kullanılan bu fincanlar dönemin altın varaklı renk ve süslemelerine sadık kalınarak özel, el işçiliğiyle üretilmiştir. Ağzı dar dibi geniş fincanlar yapılış amacı içine konulan kahvenin soğumasınıı geciktirmektedir. Türk kahvesinin görsel şöleni olan kahve köpükleri krema bir bulut yumagı gibi toplanır. Hem sağ hem sol el için rahat tutulması sağlanmıştır. Her rengin bir anlamını oldugunu unutmamak gerekir. Meran Kırmızısı Gücün simgesi olan mercan kırmızısı dünyada sadece 3 yerde kullanılmış, topkapı sarayı has odası, piyale paşa cami, sultan ahmet cami. Turkuaz ve Pembe Saflığın ve temizliğin aşkın simgesi Lacivert Kanuni sultan süleyman dönemi Yeşil Yükseliş dönemi zirve dönemi allaha olan bağımlılığını Sarı Hüznün ayrılgın simgesi, çöküş dönemi Pendik'te üretim devam eden el yapımı fincanların ürettikleri fincanların ağız çapı 4,5 santimetre, dip çapı ise 6 santimetre oldugunu söylemektedirler. Uğur hocamız ise hangi formda türk kahvesinin içildigini şu sekilde söylemektedir. Osmanlı tarih araştırmacı Uğur Atik hocamız kızı Ayşe Sultan'ın anılarını şu şekilde izah ediyor. İçenin ficanı rahat tutması için dar ağızlı geniş dipli ve sag ve sol el parmakları için en iyi modeldir.
Bugün dünyanın dört bir yanında kahvenin farklı adları, çeşitleri, kültürleri var. Ancak Türk kahvesi, çekilmesi, pişirilmesi ve sunumuyla hepsinden farklı; uzun ve keyifli bir yayılıp tanındığı adıyla Türk Kahvesi, Türkler için kültürel geçmişin, sosyal tarihin ayrılmaz bir parçasıdır. Osmanlı İmparatorluğu’nun esas olarak 16. yüzyılda tanıştığı kahve, zamanla sosyal hayatın önemli bir parçası olmuş, dost meclislerinde kendisine yer bulmuş, konukların ağırlanmasında başrolü oynamış, edebî hayatın önemli imgelerinden birine Türk kültürünün en güzel ve en özel alışkanlıklarından biridir. Yemek sonrası hiçbir tat onun yerini doldurmaz. O, soluklanmak için bir mola, keyifli sohbetlere hoş bir vesile, ağır bir yemeğin ardı sıra mideyi rahatlatacak bir tat. Uyarır, yatıştırır, keyifli ve lezzetlidir. Dünyaya armağanımız olan, sıcak bir içecekten ziyade örf ve adetlerimiz içine yerleşen bir kültürdür. O, beş asırlık alışkanlığımız; Türk kahvemizdir…Türk Kahvesi TarihçesiKahvenin Osmanlı İmparatorluğu’na gelişi konusunda bir kaç hikaye vardır. Birincisine göre, 1554 yılında Suriyeli iki girişimci tarafından Halepli Hukm ile Şamlı Şems İstanbul’a hikayeye göre ise 1517 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın Yemen Valisi olan Özdemir Paşa, lezzetine hayran kaldığı kahveyi İstanbul’a getirmiştir. Yemen Valisi Özdemir Paşa, böylelikle Yemen’den getirdiği kahveyi saraya taşıyor. Türk kahvesini, sarayın görkemli salonlarında, 40 kişilik kadrolu kahveci ustaları tarafından özenle Sultan’a servis ediliyor. Harem’de cariyelere doğru kahve pişirme dersleri Braudel, kahvenin Osmanlı’da ilk defa 1511 tarihinde kullanılmaya başlandığını iddia ederken. Peçevî İbrahim Efendi, kahvenin İstanbul’a ilk defa 1555 yılında girdiğini ve bu tarihten önce Rumeli’de kahve ve kahvehanenin bilinmediğini yazar. Peçevî de ve Gelibolulu Ali Mustafa Efendi’de geçtiği şekliyle; Halepli Hakem Hekim adında bir herif ile Şamlı Şems adında bir zarif İstanbul’a gelerek Tahtakale’de büyük bir dükkân kiralayıp kahve satmaya ve kahvehane işletmeye başlarlar. Miladî 1551 yılına tarihlenen bir başka metinde ise; Kahve-hâne mahall-i eğlence, Sene 959 ibaresinin yer aldığı görülür. Kâtip Çelebi 1609-1657 ise, 1543 yılında gemilerle İstanbul’a kahve geldiğini ve İstanbul ahalisinin kahveyle tanıştığını kaydeder. “Aslı Yemen diyarından çıkıp tütün gibi dünyaya yayıldı. Kimi şeyhler Yemen dağlarını mesken edinip dervişleriyle bir tür ağaç yemişi bulup kalb ve bûn dedikleri taneleri dövüp yerlerdi ve kimisi de kavurup suyunu içerdi. Riyâzat ve sülûke uygun ve şehveti kesmeye elverişli soğuk ve kuru gıda olduğundan Yemen ahalisi birbirinden görüp şeyhler ve sûfîler ve başkaları kullandılar.”Anadolu’da kahvenin 13. yüzyılda dahi bilindiğini iddia eden bazı araştırmacılar ise, iddialarını Mevlana’nın öl. 1273 Divan-ı Kebir’indeki; “Devletimiz geçim devleti, kahvemiz arştan gelmede, meclise badem helvası dökülmüş, saçılmış.” beytiyle destekliyor. Ortaçağ Arap leksikografları ise, kahwah sözcüğünün “bir çeşit şarap” anlamına geldiği konusunda mekânı, kaynağı hakkındaki bilgiler kesin olmasa da; kahvenin Yemen’den yola çıktıktan sonra Cidde’ye, ardından Süveyş ve Mısır’a, oradan da gemilerle başta İstanbul olmak üzere İzmir, Selanik, Payas, Yafa, Akka, Trablusşam, Sayda ve Antalya gibi diğer Osmanlı şehirlerine de ulaştığını söyleyebiliriz. Gemilerle uzun bir yol kat ederken zembillerin içine konan, üstü ferde ile sarılan ve onun da üstü çulla örtülen kahve bin bir zahmetle rutubetten korunarak payitahta Kahvesi Kültürü ve Araştırma Derneği’ne göre ise; Kuzeydoğu Afrika bugünkü Habeşistan kökenli bir bitki olan kahve meyvesinin çekirdekleri 15. yüzyıldan itibaren Yemen’den başlayarak Arap Yarımadası’nda kavrulup, sıcak bir içecek haline getirilir. 16. yüzyılın ortalarına yaklaşıldığında, bu zindelik veren, canlandırıcı etkisi olan içecek Mısır ve Arap coğrafyasında yaygınlaşır. Yemen Fatihi Özdemir Paşa’nın sefer dönüşü İstanbul’a bir miktar kahve getirdiği rivayet edilse de, İstanbul’da ilk kahvehanenin 1554’de Tahtulkale’de bugünkü Eminönü açıldığını tarihleyebiliyoruz. Kahve İstanbul’da Arap uygulamalarından ayrışıp, kavrulma derecesi, pişirilmesi ve sunulmasıyla bugünkü Türk Kahvesi’ne dönüşür. İstanbul’da son halini alan Türk Kahvesi ile Venedik 1615’de, Marsilya 1644’de, Londra 1654’de, Paris 1669’da, II. Viyana kuşatmasının ardından da Viyana 1683’de tanışacak, kahve Avrupa’nın ardından yolculuğuna 18. yüzyılda Batı Hint Adaları, GüneyAmerika ve Asya ile devam edecektir…Türkler tarafından bulunan yepyeni demleme metodu sayesinde kahve, güğüm ve cezvelerde pişirilerek Türk Kahvesi adını aldı. İlk olarak 1554 yılında Tahtakale’de açılan ve tüm şehre hızla yayılan kahvehaneler sayesinde halk kahveyle tanıştı. Günün her saati kitap ve güzel yazıların okunduğu, satranç ve tavlanın oynandığı, şiir ve edebiyat sohbetlerinin yapıldığı kahvehaneler ve kahve kültürü dönemin sosyal hayatına damgasını vurdu. Saray mutfağında ve evlerde yerini alan kahve, çok miktarda tüketilmeye başlandı. Çiğ kahve çekirdekleri tavalarda kavrulduktan sonra dibeklerde dövülerek cezvelerde pişirilmek suretiyle içiliyor ve en itibarlı dostlara büyük bir özenle ikram Tahtakale’nin sokak aralarında, içlerinde kahvehanelerin de bulunduğu pek çok içecek eşribe ve güzel koku attar dükkânı faaliyet göstermeye başlar. Nağzî’nin Münâzara-i Kahve vü Bâde mesnevisinde anlatıldığına göre Tahtakale semtindeki kahvehaneler gönlün çektiği hoş yerlerdir. Gittikçe cazibe merkezi olan kahvehanelerde sebil gibi kahve içilir, hûri ve gılmanlara benzeyen sâkileri vardır. Seyahatnamesinde payitahtı da anlatan Evliya Çelebi, İstanbul’da kahve satan esnafın sayısını 500, dükkân sayısını ise 300 kadar diye yazar. Mısır Çarşısı’nda kahve satılan hanlar arasında Kapan-ı Asel, Papasoğlu, Laz Ahmed Ağa, Sepetçi, Küçük Çukur, Arakoğlu, Tahta Han’ın yanı sıra çeşitli mahzenlerin de mevcudiyeti bilinir. Peçevî 1574-1650’ye göre, kahvehanelere gelen insanlar genellikle okur-yazar kişilerdir, kahvehanelerde kitap okuyup yazarlar veya okudukları gazelleri tartışırlar. 16. yüzyıldan Mustafa Âli kahvehanede bir araya gelen insanları şöyle anlatır “Zira ki ol mecalise varanlar, dervişan ve ehl-i irfan zümresidür ki muradları birbirlerini görüp sohbet etmekdür. Ve herkesin içüp keyflerin sür’atle yetişdirmekdür. Bir dahi gureba ve fukara fırkasıdur ki gariblerün mesakin ve me’vaları yokdur. Niteki fakirlerün başka cem’ıyyet idecekleyin nükud ve dünyalıkları yokdur. Ol cihetden mülazemetleri kahvehanelerdür.” Kahvehanelerin Osmanlı toplumunda sahneye çıkmasıyla Osmanlı’nın kültürel ve toplumsal yapısı zaman içinde etkilenir ve değişir. 16. ve 17. yüzyıllarda sık sık yasaklanan kahvehanelerin temel kapatılma gerekçesi, siyasi ve dinî otoritenin kontrolü dışında olmalarıdır. Saray, kontrol altında tutamadığı kahvehanelere karşı devamlı bir denetleme hâlindedir. Müslüman ahalinin ve dönemin ileri gelenlerinin sıklıkla gelip gittiği bir yer hâline gelen kahvehaneler gittikçe halkı kışkırtan dedikoduların üretildiği, memnuniyetsizliklerin biçimlendiği, dile getirildiği veya yönlendirildiği bir yer olarak algılanır. Bunda; insanların kahvehanelerde sosyal statülerine göre farklı yerlerde otursalar bile aynı mekânda bir araya gelip aynı meseleleri konuşmalarının da etkisi vardır. İlk yasak 3. Murat döneminde gelirken en ağır yasaklar 4 Murat döneminde Kahvesinin yolculuğuna fincanlar katılır ve eşlik eder. Anadolu’da ilk fincanlar ahşaptan yapılırdı. Daha sonraları porselenden yapılmak üzere dünyanın her yerinden Osmanlılar için kahve fincanı üretilip, Osmanlıya getirilirdi. En başlarda tava üzerinde odun ateşinde kömürleşesiye kadar kavrulup, el değirmenlerinde öğütülürdü. Türk Kahvesinin yolculuğuna fincanlar katılır ve eşlik eder. Anadolu’da ilk fincanlar ahşaptan yapılırdı. Daha sonraları porselenden yapılmak üzere dünyanın her yerinden Osmanlılar için kahve fincanı üretilip, Osmanlıya başlarda tava üzerinde odun ateşinde kömürleşesiye kadar kavrulup, el değirmenlerinde Hanedanı da tiryakisi olmuştur bu kara incinin. Sarayda 40 kişilik kadrolu özel kahve ustaları, Sultan ve misafirleri için özenle hazırlar Türk Kahvelerini. Saray ve konaklarda kahve sunumu 4 kişi ile yapılırdı. Kahveci başı en önde sırmalı bir havlu ile, arkasında boş fincanları ve su bardağını tepside taşıyan bir kahveci, bir arkasında sol eli ile güğümü taşıyan bir kahveci ve en son da ise boş tepsi ile diğer bir kahveci sıraya dizilirlerdi. Üçüncü sıradaki kahveci elindeki güğümden, ikinci sıradaki kahvecinin elindeki tepside bulunan boş fincanlara kahveyi dökerdi, baş kahveci ise bu fincanı alır Sultana sunardı. Kahve şekersiz olarak demlenir, kahvenin yanında bir bardak su ve lokum kahve tiryakiliği haremi de sarar, cariyeler kahve demleme dersleri alırlardı. İçimi güzel olan kahvenin hazırlaması zahmetliydi. Yeşil çekirdek olarak alınan kahve, tavalar üzerinde kavrulur, buradan ahşap soğutma kaplarına boşaltılırdı, el değirmenleri ile veya dibekte dövülür sonra kömür ateşinde veya odun ateşinde demlenirdi. Günümüze sade, orta ve şekerli olarak gelen türk kahvesinin eskiden 40 yakın demleme çeşidi yeşil çekirdeğinden fincana kadar hazırlanma sürecinde kullanılan araç ve gereçler orta çaplı bir müze oluşturacak şekilde Kuru Kahveci Mehmet Efendi ilk defa kavurup, öğütüp satışa sunar. İstanbul’da tahmis sokakta 130 yılı aşkın süredir hizmet yılların sonuna kadar evlerde, misafir ağırlama gibi Türk Kültürü ve Ritüeller harici, sadece erkeklerin girdiği kahvehanelerde içilen Türk Kahvesi, 2000’li yılların başında kahve falı bakan, kadınlarında girebildiği cafelerin açılması ile Türk kahvesinin tadı tekrar keşfedildi. 2010 yıllarında Türk Kahvesi tekrar itibarını kazandı. Kahve içilmeden günün ilk yenen öğünü kahve altı olark tanımlanırdı ve zamanla, kahvaltı halini almır. Bir fincan Türk Kahvesini 40 yıllık hatrı ne kahve ister, ne kahvehane, gönül muhabbet ister gerisi cehennem kadar kara, ölüm kadar kuvvetli, sevgi kadar tatlı olmalı…Türk Kahvesi ve Geleneği, UNESCO İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası Temsili Listesi’ne kabul ve Turizm Bakanlığı tarafından Türk Kahvesi ve Geleneği adaylık dosyası Mart 2013’te Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı’na UNESCO ulaştırıldı ve bugün kabul gerçekleştirilen ve 103 ülkeden yaklaşık 800 delegenin katıldığı Somut Olmayan Kültürel Miras Hükümetler Arası Komitenin 8. Toplantısı’nda İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası Temsili Listesine aday gösterilen 31 dosya incelendi. Türk Kahvesi ve Geleneği adaylık dosyası bu sabah oturumunda kabul edildi. Artık UNESCO tarafından Türk kahvesi kültürünün etrafında şekillenen gelenek ve toplumsal uygulamaların korunmasına yönelik ciddi adımlar Kahvesi Türkiye’nin Somut Olmayan Kültürel Miras Temsili Listesi’ndeki on birinci kayıtlı mirası olarak yerini almış Kahvesi Nasıl YapılırUygun su Suyun fazla sert ya da yumuşak olması, kahvenin tadını olumsuz etkiler. En uygunu, piyasada satılan şişelenmiş kahvesi; genelde 4 şekilde hazırlanır. Kahve pişirilmeden önce içene nasıl içtiği mutlaka Fincan Kahve için;Sade kahveye şeker şekerli kahve 1 çay kaşığı şeker,Orta şekerli kahve 2 çay kaşığı şeker,Çok şekerli kahveye 3 çay kaşığı şeker kullanılarak Kahve Yaptığımızı Örnekleyecek olursak Cezvenin içerisine her fincan kahve için; bir fincan su, 2 çay kaşığı kahve ve 2 çay kaşığı şeker koyun. İyice karıştırın, cezveyi kısık ateşe yerleştirin ve yavaşça kaynama derecesine getirin. Kahve ne kadar ağır yani kısık ateşte pişerse o kadar lezzeti artar. Kaynamaya başlayınca üstte oluşan köpüğü fincanlara dağıtın, yeniden kaynatın ve kalanı fincanlara dağıtın. Kahve, servis yapılırken kendine özgü Türk kahvesi fincanında servis edilir. Afiyet olsun!..Kahveden önce neden su içilir?Serviste ağız tadının kahveye hazırlanması için bir bardak soğuk su bulundurulması kahve kültürünün içinde yer alır. Kahve, yemek sonrası hazmı kolaylaştırıcı ve keyif verici olduğundan su, kahveden önce içilerek ağız temizliği yapılır; ki böylece kahvenin tadı daha iyi et yemeklerinin üzerine mutlaka kahve alınması kültürümüzde mesaj anlamlı sözler ağlarız Aşk Sözleri bahar bektaşi fıkrası bugün ne dinlesem bugün ne izlesem dünün şeyi dünün şeysi Ebru Gündeş en güzel sözler en komik fıkra en komik fıkralar Fıkra oku fıkra şeysi güldüren fıkra günün fıkrası günün müziği Günün Sözü günün videosu günün yazısı günün şarkısı günün şeyi gününşeysi günün şeysi günün şiiri güzel sözler hakan altun Hande hayal hazır mesaj hızlı mesaj komik fıkra komik video meşk müzik dinle müzik tavsiyesi sevgiliye mesaj sezenler olmuş Site İnceleme umut video izle yasemin özlü sözler
Elisabeth Bohemia,Lucky Art,Koleksiyon Fincan Takımı Modelleri Çay, kahve ve benzeri genellikle sıcak tüketilen içeceklerin servis ve içiminde kullanılan, kulplu ya da kulpsuz ufak kap benzeri objeye fincan denir. Toprak, çini, porselen, cam, plastik, öd, deri, boynuz, tahta gibi materyallerden yapılmış örneklerine rastlamak mümkündür. Eski zamanlarda da avcılar dinlenmek üzere çekildikleri yerlerde kullandıkları fincana da avcı fincanı denirdi. Amacına göre fincanlar, çeşitli isimlerle anılabilmektedir. Çay fincanı, kahve fincanı, süt fincanı buna örnektir. Fincan takımı denildiğinde akla en az altı kişiye sıcak içecek servisi yapmaya imkan tanıyacak sayıda fincanı ve tabağı gelmelidir. Ancak fincanlar eğer kulpsuz ise fincan seti dahilinde fincanların zarfları da yer alır. Çok pratik bir seçenek olmadığından günümüzde nadiren tercih edilse de Osmanlı İmparatorluğu döneminde yaygın olarak kullanılmaktaydı. Özellikle Bosna ve Sancak yöreleri zarflı fincanları ile ünlüydüler. Kulbu olmayan bu tip fincanların el yakmasını önlemek amacıyla kullanılan zarflar kap sahibinin ekonomik durumu ve statüsüne göre çeşitli materyallerden üretilmiş olabilirdi. Düz deriden olabileceği gibi, altın oymalı işlemeli de olabilirdi. Koleksiyon Fincan Takımı Modelleri Fincan sürekli göz önünde olup günlük yaşantıda da sıklıkla kullanıldığından mutfak eşyaları arasında hemen ön plana çıkıp, tasarım, materyal olarak tüm ayrıntılarıyla göze çarpar. Fincancılık çok eskilerden günümüze uzanan bir sanat dalı olsa da üretim alanlarının sanayileşmesi ile rekabet edememiş, yalnızca nadir, koleksiyon fincan tiplerinin üretimiyle sınırlanmak zorunda kalmıştır. Bilhasa İznik ve Kütahya yörelerinde üretilen çini fincanlar, sedef, altın, gümüş gibi detaylarıyla şimdi bile göz alıcıdır ve Türk sanat eserleri kapsamında değerlendirilir. Zaman içerisinde ülkemizde, evlerde değeri büyük fincan takımı modelleri bulundurmak moda olmuştur. Hatta Avrupa’nın önde gelen Saks ve Sevr fabrikaları, Türkiye için özel tasarlanmış işlemeli, resimli, zarif ayrıntılarla bezenmiş fincan modelleri üretmişlerdir. Eve gelen konuğun değerine göre kullanılan fincanların tipi de değişkenlik göstermekteydi. Şimdi bile Mısır Çarşısı, Kapalıçarşı gibi kadim alışveriş mekanlarına gittiğinizde eskinin o ihtişamlı fincanlarını görmeniz mümkündür. Kafa kafaya verilerek içilen çayı, başbaşa içilen kahveyi de temsil ettiğinden fincanlar ikili fincan takımı şeklinde de üretilmektedir. Hem aranızdaki samimiyeti, yakınlığı ve o çay, kahve keyfinin yalnızca size özel olduğunun altını çizmek açısından iki kişilik fincan takımı eşi bulunmaz bir tercihtir. İster evinizi paylaştığınız en değerlinizle kullanmak üzere ister değer verdiğiniz insana hediye etmek üzere edinebilirsiniz. Uygun Marka Fincan Takımı Fiyatları Her iki seçenekte de hem sizler hem de paylaşacağınız kişi açısından oldukça keyifli olacağını garanti ederiz. Yeni moda akımlardan esinlenilerek ortaya çıkan ayaklı renkli ve kelebekli fincan takımları da ailesindeki yerlerini birbirinden şık modellerle almışlardır. Bunların yanında seçkin kahvehanelerin de bilhassa tercih ettiği kapaklı fincan takımı modellerine kolaylıkla ulaşabilir, bu keyfi evinize taşıyabilirsiniz. Fincan takımı fiyatları da bu tasarımlara ve kullanılan detaylarına göre farklılıklar gösterse de sitemizde her keseye uygun ürünü rahatlıkla bulabilirsiniz. Şimdilerde özellikle tercih edilen lucky art fincan ile porio ve love fincan modelleri gibi ürünlere ayrıcalığında çok özel fiyatlarla ulaşmanın keyfini çıkarın.
osmanlı kahve fincanı mısır çarşısı